Şişli Belediyesi
- Belediye Adı: Şişli Belediyesi
- Belediye Başkanı: Hayri İnönü
- Adres: Merkez Mah. Darülaceze Cad.No: 8 P.K : 34381 Şişli İstanbul
- Telefon: 0212 708 88 88
- Web: http://www.sisli.bel.tr
- E-Mail: info@sisli.bel.tr
- Kısa Bilgi: ŞİŞLİ ADI NEREDEN GELİR? Şiş yapımıyla uğraşan ve şişçiler diye anılan bir ailenin burada konağı olduğu ve “ Şişçilerin Konağı”nın zamanla “Şişlilerin Konağı” haline gelmesiyle semtin adının Şişli kaldığı söylenmektedir.
- Detay:
ŞİŞLİ ADI NEREDEN GELİR?
Şiş yapımıyla uğraşan ve şişçiler diye anılan bir ailenin burada konağı olduğu ve “ Şişçilerin Konağı”nın zamanla “Şişlilerin Konağı” haline gelmesiyle semtin adının Şişli kaldığı söylenmektedir.
TARİH
Şişli, İstanbul'un Taksim kuzeyindeki bütün semtleri gibi, yeni bir yerleşmedir. Şehrin bu yöresinin 19. yy' ın ortalarında bile henüz yerleşme bölgesi olmadığı biliniyor. 1850'lerde bugünkü Şişli'nin yayıldığı alan geniş bir kırlıktı. İlçenin en eski mahallesi olan Tatavla'nın (Kurtuluş) 16. yy'da kurulduğu ileri sürülür. 17. yy'da Taksim'den Pangaltı'ya doğru uzanan yolun iki yanında mezarlıklar; 18. yy'da Şişli ve Mecidiyeköy yörelerinde bağlar ve bostanlar yer alıyordu. Balmumcu Çiftlik Hümayunu Şişli' ye kadar uzanıyordu. Bahçelerde sebze ve meyvenin yanı sıra çiçek de yetiştirilirdi. 19. yy'dan itibaren çeşitli binalar yapılır. Feriköy'de ilk bira üretim tesisinin kurulması ve Şişli'de Etfal Hastanesi'nin açılışı 1890'lara rastlar.
Bomonti'de bira fabrikası 19. yy'ın başlarında kurulmuştur. 1870'te Beyoğlu yangınında evsiz kalan Levantenler ve gayrimüslimler Harbiye çevresinde inşa edilen kagir binalara taşınmışlardır. Matbaa-i Osmaniye'yi kuran Osman Bey de Harbiye ile Şişli arasında bir arazi satın alarak bu arazide konak yaptırmıştır. Osmanbey semtinin adı bu konaktan gelir. Abdülmecid döneminde (1839-1861) imparatorluğun sınır bölgelerindeki yurtlarından olan birçok göçmen İstanbul'a sığınmış; bunlardan bir bölümü Şişli' nin hemen kuzeydoğusunda arpa tarlaları ve dutlukların bulunduğu alana yerleştirilmiştir. Bu kırsal yerleşim yerine padişahın adıyla Mecidiyeköy denmiştir. Taksim – Şişli tramvay hattı 1913'te elektrikli hale getirilmiş, tramvay deposu da Şişli ile Mecidiyeköy arasına inşa edilmiştir. İstanbul'daki önemli anıtlarda biri olan Abide-i Hürriyet de 1911 de açılmıştır. Şehir yavaş yavaş Harbiye'ye, Pangaltı'ya doğru, daha çok askeri ve idari yapılarla uzanmaktadır. Şehrin kuzeye ve kuzeydoğuya, yani Şişli ve Nişantaşı – Teşvikiye'ye doğru yayılmasında iki önemli etken, 1870'te Beyoğlu'nun büyük bölümünü ortadan kaldıran yangın felaketi ve Tanzimat'la birlikte yabancıların da şehrin istedikleri yerlerinde mülk edinmelerine olanak tanınmasıdır. Yerleşmenin Şişli'ye doğru uzanması 1881'den itibaren atlı tramvayın Taksim'den Pangaltı'ya ve biraz daha ileriye, bugünkü Şişli'nin ortalarına doğru gelmesi ile hızlanmış, 1913'te elektrikli tramvay işlemeye başlamış, Şişli Beyoğlu'ndan sonra, İstanbul'un elektrik ve havagazı almaya başlayan ikinci semti olmuştur.
Bütün bu ayrıntılar, semtin 1870'lerden sonra oluşmaya başladığını; 19.yy'ın son yıllarında, yabancıların ve kalburüstü azınlıkların yanında, batıcı bir yaşam biçimini benimsemiş veya buna özenen Osmanlı seçkinlerinin ve aydınlarının, o günün koşullarında görece çağdaş olanaklardan yararlanarak yaşadıkları bir yer olmaya yüz tuttuğunu göstermektedir.
19.yy'ın sonlarında, 1890'larda Şişli'de İstanbul'un ünlü yabancı zenginlerinin, Beyoğlu'ndan bu tarafa doğru kayan azınlıkların, Osmanlı paşalarının, yüksek memurların, devrin aydınlarının bahçeler içindeki tek tük konakları yanında; 1895'te Okmeydanı'na doğru Darülaceze, 1898'de de , difteriden ölen kızı Hafize Sultan için II. Abdülhamit'in yaptırdığı Etfal Hastanesi gibi sağlık kurumları da yer almaktadır.
Şişli semtinin hızla gelişmeye başlaması 1913'te elektrikli tramvayın buraya uzanması ve Şişli'nin son durak olmasından sonradır. Halaskargazi Caddesi boyunca evlerin, konakların sıklaşması, ilk apartmanların belirmesi 1910-1920 dönemidir. Mustafa Kemal'in Samsun'a gidene kadar Aralık 1918'den Mayıs 1919'a kadar kaldığı ve bugün Atatürk Müzesi olarak korunan bina, dönemin yapıları hakkında bir fikir vermektedir.
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Şişli, 1930'larda şehrin en mutena semtlerinden biri durumundadır. Büyükdere Caddesi üzerinde tek yapı eski tramvay garajıdır. Karşıları ise mezarlıktır. Halaskargazi Caddesi'ne paralel giden Abide-i Hürriyet Caddesi'nin batısında Bomonti Bira Fabrikası ve bahçesinin bulunduğu sırtlara doğru, semtin 1920'ler sonrasında hızla yapılaşan kesimleri yer almaktadır. Bugün de varlığını sürdüren Feriköy Fırın Sokağı ve ona paralel Sıracevizler Sokağı semtin son meskun bölgeleridir. 1930-1940 arasında başta Halaskargazi olmak üzere semtin ana caddelerinin iki yanında, çoğu günümüze kadar gelen, döneminin en lüks apartmanları bitişik nizamda kurulmuş; böyle bir apartman yerleşmesi Abide-i Hürriyet Caddesi'nin batısında kalan ve en ünlüleri Hanımefendi Sokağı, Perihan Sokağı, Sıracevizler Caddesi olan sokaklarda da büyük bir hızla gelişmiştir. Ünlü “Lüküs Hayat” opereti, zengin ve modern yaşam özlemini dile getirirken “Şişli'de bir apartıman; yoksa eğer halin yaman” dizeleriyle dönemin bu gelişmesini belgeler.
Şişli semtinin mutena bir konut ve yerleşme bölgesi olarak gelişmesi 1960 hatta 1970'lere kadar sürmüş, bu dönemden sonra ise semt, çevre semtlerle birlikte daha çok zengin çarşıların, pasajların, seçkin dükkanların, butiklerin, işyerlerinin, bankaların yer aldığı; ticaret, iş ve eğlence hayatının ağır bastığı bir yapı kazanmıştır. Şişli'nin günümüzde merkezi sayılabilecek Şişli Camii 1949'da açılmış yeni bir camidir. Halaskargazi Caddesi üzerinde, caminin biraz ilerisinde yer alan Fransız Lape Hastanesi, Etfal Hastanesi ile birlikte semtin en eski sağlık kurumlarıdır. Daha sonraki dönemlerde bunlara çok sayıda yenileri eklenmiştir. Maçka Silahhanesi, Mekteb-i Harbiye binası, Nişantaşı'ndaki Meşrutiyet Camii, Teşvikiye Camii, Darülaceze binası ilçenin en eski yapılarındandır. Abide-i Hürriyet Anıtı, Atatürk Müzesi ve Şişli Camii de bunlara eklenebilir.
1950'lerden sonra İstanbul'un gündemine girip günümüze değin hızını yitirmeyen göç olgusundan Şişli yöresi de nasibini aldı. Şişli semtinin kuzeyinde Çağlayan ve Gültepe gibi gecekondu semtleri belirdi. Kağıthane'nin nüfusu da hızla artmaya başladı. Bu sırada Beyoğlu İlçesi'ne bağlı bir bucak olarak yönetilen Şişli yöresi, 1954'te ilçe yapıldı. 1960'tan sonra yeni yerleşim birimleri, evler ve fabrikalar yapıldı. 1970'lere gelindiğinde nüfus 100.000'i aştı. Yeni alışveriş merkezleri, mağazalar yapıldı. Halaskargazi, Rumeli ve Valikonağı caddeleri 1980'lerde İstanbul'un ve belki de Türkiye'nin en gözde alışveriş merkezi haline geldi. Üst üste gelen bu gelişmeler Kağıthane ve çevresindeki gecekondu mahallelerine hizmet götürmeyi güçleştirince Kağıthane Belediyesi kuruldu. Şişli İlçesi'ndeki gelişmeler 1980'lerde de sürdü. Ayazağa ve Kağıthane köy statüsünden çıktı. 1987'de Kağıthane İlçesi kuruldu.
Şişli Camii'nden Büyükdere Caddesi'ne doğru eski tramvay ve İETT garajının ,yerine ve çevresine yapılan büyük bloklarda oteller, işyerleri, kültür ve ticaret merkezleri bulunmaktadır. Halaskargazi Caddesi üzerinde iki yanlı büyük pasajlardaki sinemalar, eğlence yerleri semte canlılık ve kendi rengini kazandırmaktadır.
İlçede yer alan birkaç tiyatro ve sinemanın yanı sıra, Lütfü Kırdar Kongre Salonu, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Açıkhava Tiyatrosu, Şehir Tiyatroları Harbiye Sahnesi, Askeri Müze, İstanbul Teknik, Marmara Yıldız Teknik Üniversitelerinin bazı birimleri Şişli İlçesi'nin sınırları içinde yer almaktadır.
Şehrin üç büyük stadyumundan,TTNET Arena Aslantepe Stadyumu ilçe sınırları içindedir.
Şişli kuruluşunda itibaren üst sosyoekonomik katmanlarda yer alan yabancıların ve azınlıkların rağbet ettikleri bir semt olmuştur. Cumhuriyet'ten sonra, bu yapı bir ölçüde değişse de halen İstanbul'un, azınlıkların belli ve giderek azalan bir oranda bulundukları nadir semtlerindendir.
Şişli İlçesi hızla gelişen değişim içinde 21. yy İstanbul'unun hatta Türkiye ekonomisinin iş ve finans merkezi olma yolundadır.
ŞİŞLİ CAMİİ
Şişli İlçesi'nde, 19 Mayıs Mahallesi'nde, Halaskargazi Caddesi ile Abide-i Hürriyet Caddesi arsında kalan ada üzerindedir.
Yapımına Haziran 1945'te başlanan cami, 1949'da ibadete açılmıştır. Mimarı Vasfi Egeli'dir. O dönemde Vakıflar Başmimarı olan Egeli'ye statikte Prof Dr. Fikri Santur, detaylarda Yüksek Mimar Nazimî Yanal ile Mimar Vahan Kantarcı yardımcı olmuşlardır. Camii'nin bezemesinde önemli bir yere sahip olan yazılar ise Hamid Aytaç, Macid Ayral ve Halim Özyazıcıya aittir. Taş ve ahşap gibi diğer bezemelerinde de yine zamanının en meşhur ustaları çalışmıştır. Şişli Camii tamamen klasik Osmanlı mimarisi tarzında inşa edilmiştir. Orta merkezî bir kubbe ve bunu giriş cephesi hariç olmak üzere diğer üç cepheden çevreleyen üç yarım kubbeden oluşan bir şemaya sahiptir. Duvarları eski yığma usulde işlenmiş, küfeki taşıyla yapılmış, kubbe bu duvarlara betonarme olarak oturtulmuştur. Yapı iki katlı pencere düzenine sahip olup üst hizadaki pencereler ve kasnak pencereleri sabit, alt kattakiler ise açılabilir dikdörtgen pencerelerdir. Klasik görünümlü, çokgen gövdeli, tek şerefeli minaresi yapının batı cephesine bitişik olarak yapılmıştır. Minarenin mukarnas dolgulu şerefesinin altında kırmızı renkli taştan sıralı palmet dizisi dolanmaktadır. Girişi dışarıdan, güneye bakan, merdivenlerle ulaşılan bir kapıdan sağlanmıştır. Bu kapının yanında müezzinin camiye girişini sağlayan, doğrudan içeriye açılan bir kapı daha mevcuttur. Bu kapıların önünde köşedeki bir sütun tarafından taşınan saçak bulunmakta ve buranın tavanının kalem işi bezemeli görülmektedir. Caminin önünde beş gözlü, kubbeli bir son cemaat yeri vardır. Giriş bölümü saçak hizasında yapılan bir yükselti ile belirginleştirilmiştir. Camiye üzerinde üçgen şeklinde düzenlenmiş aynalı istifli, altın yaldızla yazılmış bir ayet kitabesi bulunan basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Kapının köşeliklerinde çok ince işçilik gösteren altın yaldızla bezenmiş iki kabara vardır. Ayrıca son cemaat yerine açılan kapının iki yanında yer alan ikişer pencerenin üzerindeki alınlıklarda da yine altın yaldızla yazılmış ayet kitabeleri yer almaktadır.
Caminin içine girildiğinde mihrap cephesi hariç olmak üzere diğer üç cephede üst hizada mahfillerin dolandığı görülmektedir. Yan kanatlardaki kadınlar mahfillerine doğu ve batı cephelerdeki küçük kapılı, merdivenlerden, girişin üzerindeki müezzin mahfiline ise, kapıdan girilince sağ tarafta yer alan merdivenlerle ulaşılmaktadır. Ufak bir kapı ile gizlenmiş olan bu merdivenlerin simetrisinde de yine bir kapı bulunmakta, buranın dolap olarak değerlendirildiği görülmektedir. Birbirleriyle bağlantısız olan mahfillerden yandakiler Bursa kemerleriyle bağlanmış sütunlar tarafından taşınmaktadır. Bu yan bölümlerin tavanında ahşap üzerine kalem işi ile yapılmış çok renkli, madalyonlu bir bezeme yer almaktadır. Ayrıca bütün alt kat pencerelerinin tavanlarında yine çok renkli kalem işi bezeme olduğu görülmektedir. Bunun dışında bütün üst örtü (ana kubbe ile pandantifleri, yarım kubbeler, bunların kubbeye bağlantısını sağlayan kemerler) klasik üsluptaki çok renkli kalem işleriyle bezenmiştir. Kubbenin altında, caminin ortasında, mermerden yapılmış, yaldızla hareketlendirilmiş, dilimli kenarlı, ince işçilik gösteren, ajurlu, geometrik ve bitkisel bezemeye sahip fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır. Aynı taşçı ustasının elinden çıkan minber ve mihrap da yine son derece başarılı uygulamalarıyla dikkati çekmektedirler. Vitraylı pencerelerin camiye renkli bir görünüm kazandırdığı görülmektedir.
Şişli Camii, etrafı duvarlarla çevrili, biri mihrap yönünde, diğerleri ise iki yanda olmak üzere toplam üç kapıyla girilen bir avlu ortasında yer almaktadır. Avluda, mihrap ekseninde, ortada bulunan onikigen mermer şadırvan ince, özenli işçiliğiyle bir biblo gibi yapıyı süslemektedir. Ayrıca avluda bitişik olarak inşa edilmiş kütüphane, amam ve müezzin nöbet odaları, gasilhaneler ve bunların altında tuvaletlerle, abdest alma yerleri de mevcuttur.BOMONTİ
İstanbul'un ilk sanayi bölgelerinden birisidir. Bir konut ve bir zamanların apartman semti Feriköy Fırın Sokağı ve Sıracevizler Caddesi ile Baruthane Deresi yamaçları arasında, genellikle çok katlı apartman görünüşlü binalardan ve sanayi kuruluşlarından oluşan bir alandır. Bomonti Sanayi Bölgesi'nin geçmişi 1892'ye kadar gitmektedir. Bugün bir sokağa adını da vermiş olan bira fabrikasının kurulmasından sonra diğerleri de faaliyete geçmiştir. Fakat, ülkedeki ekonomik gelişmeye bağlı olarak, bölgedeki sanayileşme 1955'e kadar ağır cereyan etmiştir. Buradaki sanayi faaliyetlerine yerel yönetimlerin ilgisi 1952'de başlamıştır.Bomonti Sanayi Bölgesi'nde, eskiden olduğu gibi bugün de ağır hammadde kullanmayan ve ağır mamul madde üretmeyen sanayi kolları çoğunluktadır. Fakat Bomonti'nin geçirdiği değişim süreci içinde bölgede hakim sanayi kolu da değişmiştir: Artık, bu sanayi bölgesinin şehrin içinde kalmasının sonucu olarak, pazara yakınlığı, hatta onun içinde yer alması nedeniyle giyim eşyası imali hızla gelişerek hakim sanayi kolu haline gelmiştir.
BOMONTİ BİRA FABRİKASI
Adını İstanbul'un en eski semtlerinden birine vermiş olan Bomonti Bira Fabrikası, ülkemizde modern bira üretim tekniğiyle imalata başlamış olan ilk bira üretim tesisidir. İsveçli Bomonti kardeşler tarafından 1890'da Feriköy'de kurulup, 1902'de bugünkü Tekel Bira Fabrikası'nın olduğu yere taşınmıştır. Ülkemizde uzun yıllar rakipsiz bir şirket olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 1938'den itibaren bu işletme Tekel İdaresi'ne geçti. MECİDİYEKÖY
Şişli ile Esentepe semtleri arasında, Büyükdere Caddesi'nin iki yanında yer alan semt, Şişli İlçesi'ne bağlı bir mahalle.
1950'lerden sonra hızla iskana açılan ve 40 yıl içinde kentin en yoğun konut, iş ve trafik merkezlerinden biri haline gelen bölgelerdendir. 1934 tarihli İstanbul Şehir Rehberi, bugün Şişli Camii'nin bulunduğu yerden itibaren, günümüzün Mecidiyeköy, Esentepe, Zincirlikuyu, Levent semtlerinin kurulduğu geniş bölgenin, Mecidiyeköy'deki küçük bir köy yerleşmesi hariç, bomboş kırlardan ibaret olduğunu göstermektedir. 1930'larda Büyükdere Caddesi'nin sağ tarafında şimdi erinde büyük bir otel olan ski İETT garajı ve daha kuzeyde, halen aynı yerde bulunan likör fabrikasından başka kayda değer bina yoktu. Bu görünüm 1950'lere kadar sürmüş; Mecidiyeköy' ün İstanbul'un en kalabalık, en yoğun trafikli birkaç noktasından biri haline gelmesi, 1970'lerden sonra gerçekleşmiştir. Boğaziçi'nin güneybatısında yükselen tepeler, 19. yy'ın ortalarına kadar çiftlikler, çok seyrek olarak av köşkleri ve kışla binalarıyla ve göz alabildiğine tarlalarla, kırlarla kaplıydı. İlk iskan Abdülmecid döneminde (1839-1861) muhacirlere bugünkü Mecidiyeköy'de toprak verilmesi ve buraya iskan edilmeleriyle başlamıştır. Mecidiyeköy'ün adı da Abdülmecid'den gelmektedir.
Bölgenin bu yıllarda çevresinin dutluklarla dolu olduğu ve buraya özellikle dut yemek için gelindiği bilinmektedir. Ayrıca karanfil tarlalarıyla da ünlüydü. İstanbul'un Avrupa yakasında, hafif ve serin rüzgara ve kırmızı toprağa ihtiyaç duyan karanfil yetiştirmeye en elverişli olan yöresi, Mecidiyeköy çevresiydi.
Günümüzde, kimi villa tipi, kimi gökdelen benzeri, çoğu 1960'larda yapılmış konut sitelerinin, iş ve iş merkezlerinin iddialı binaları arasında sıkışıp kaldığı Mecidiyeköy, günün her saatinde, çevre yolunun da etkisiyle çok gürültülü ve yoğun bir trafiğin düğüm noktası üzerindedir. Büyükdere Caddesi Mecidiyeköy boyunca bir bankalar caddesi görünümü taşımaktadır. 1964'te açılan Ali Sami Yen Stadyumu Mecidiyeköy'ün bir parçasıdır. Bankalar, holding ve şirket merkezleri, işhanları, matbaalar, yayınevleri, oteller, restoran ve kafeler Mecidiyeköy çevresinde toplanmıştır.MECİDİYEKÖY LİKÖR VE KAYNAK FABRİKASI
Mecidiyeköy'de, Büyükdere Caddesi üzerinde 1930'da kurulmuş, halen üretimini sürdüren fabrika.
Mecidiyeköy'de, Büyükdere Caddesi üzerinde 1930'da kurulmuş, halen üretimini sürdüren fabrika. Fabrika üretime başladığı yıllarda likör türleri özgün dizaynlarda hazırlanmış şişelerde piyasaya sürülüyor, likörler için taşbaskı etiketler kullanılıyordu. Bu türlerden, Sarı Likör, Kümmel ve Katran (Goudron) daha sonraki yıllarda üretimden kaldırılmıştır.
Fabrika 1930'da Büyükdere Caddesi'nde, o dönemdeki adıyla Maslak Yolu üzerinde, bağ ve bahçelerle çevrili 108 rakımlı tepede kurulmuştu. 1940'lı yıllarda bu daracık yolun her iki tarafında sıra halinde çam ağaçları bulunmaktaydı. Fabrikanın tam karşısında bahçeler arasında kır kahveleri, kır kahvelerine giden yolun başında bir Hamidiye Suyu çeşmesi bulunuyordu. Çeşmenin yanından girilen sokağın başındaki tek katlı, bahçeli ev Vasfi Rıza Zobu'nun eviydi. Bir zamanların ünlü baritonu İhsan Balkır'ın evi bu evin hemen yan tarafında, kır kahvelerinin arasındaydı. Fabrikanın sağ tarafı ise tamamen dutluktu. Dutluğun ortasından akan dere, aşağıda Fulya Deresi' yle birleşirdi. Fabrikanın arka tarafında, bir prensese ait olduğu rivayet edilen terk edilmiş bir köşk bulunurdu.
Fabrika kurulduktan sonra üretimine başlanan “Hennessy” tipi kanyağa, konyak adı verilmesi istenince Fransızlar bunu bir dava konusu yapmışlar; bir söylentiye göre, Fransızlar dava açınca zamanın ilgilileri durumu Atatürk'e bildirmişler, Atatürk de kanı yakar derecede bir özelliğe sahip olan bu içkiye “kanyak” adını vermişti.TEŞVİKİYE
1954'e kadar Beşiktaş İlçesi'ne bağlı bir mahalle olan Teşvikiye, o tarihte ilçe olan Şişli'ye bağlanmıştır.
Teşvikiye yerleşmesinin tarihi ancak 19. yy'ın ortalarına kadar iner. Daha önceleri bütünüyle kırsal görünümdeydi. Buraların III. Selim döneminde (1789-1807) bir avlanma ve nişan talimleri yeri olduğuna ilişkin anıt taş bugün Teşvikiye Camii'nin avlusunda bulunmaktadır. 1205/1790-91 tarihli bu taştan başka II Mahmud'a ait 1226/1811 tarihli iki nişan taşından birisi gene Teşvikiye Camii'nin avlusunda, diğeri ise semtin Topağacı kesiminde Nişantaşı-Ihlamur yolunda, bugün bir apartmanın ön bahçesindedir.
Semtin gelişmesine etkisi büyük olan ilk yapı Teşvikiye Camii' dir. İlkin 1209/1794-95'te bir mescit olarak yapılan cami 1270/1853-54'te Abdülmecid tarafından yenilendikten sonra yörede yerleşme başlamıştır. Abdülmecid' in burada bir yerleşim oluşturma amacıyla getirdiği iki taştan biri Teşvikiye Caddesi'nde bugün Harbiye Karakolu olan eski Nişantaşı Karakolu' nun yanındaki boşlukta, diğeri Teşvikiye Caddesi, Rumeli Caddesi ve Valikonağı Caddesi'nin kesiştiği kavşakta bulunmaktadır. Aynı tarzda yapılmış her iki taşın üstünde “Eser-i Avatıf-ı Mecidiye Mahalle-i Cedide-i Teşvikiye” (Abdülmecid'in karşılıksız iyilikseverliğinin eseri olan yeni Teşvikiye Mahallesi) ibaresi yer alır. Teşvikiye kelimesiyle burada bir mahalle kurulmasının padişahça da teşvik edildiği açıktır. Semtin gelişmesinde iki ana unsur rol oynamıştır. Birincisi sarayın önce Beşiktaş'a, sonra da Yıldız' a taşınması, ikincisi de hızla gelişen Beyoğlu' nun Taksim-Şişli eksenine doğru taşmasıdır. Sarayın Yıldız' a taşınması (1876) Teşvikiye'yi doğrudan etkilemiş, Maçka'dan Nişantaşı'na kadar anacaddeden başlayarak çevre hanedan ve rical konaklarıyla dolmaya başlamıştır. Bunların en önemlileri Teşvikiye Caddesi ile Hüsrev Gerede Caddesi'nin kesiştiği köşedeki Şehzade Mehmed Selim Efendi Konağı (bugün yerinde Narmanlı Apartmanı var).
Teşvikiye 1920'lerde ikinci unsurun, Taksim-Şişli eksenindeki gelişmenin etkisine girer ve anacaddeden başlayarak hızla apartmanlaşır. Topağacı semtin en son apartmanlaşan kesimidir. Semtteki yerleşmeyi hızlandıran etkenlerden biri de ulaşımdaki gelişmedir. 1914'te Taksim-Şişli tramvay hattının Harbiye'den ayrılan kolu Nişantaşı'ndan dönüp Maçka'ya kadar uzatılınca semtin kentle bağlantısı artmıştır.
Teşvikiye Camii dışında semtte bulunan diğer camiler bugün Muradiye Mahallesi'nde kalan Muradiye Camii ile Hüsrev Gerede Caddesi'ndeki 1876 tarihli Raif Ağa Camii' dir. Semtteki çeşmeler de camilerle bağlantılıdır. Teşvikiye Camii'nin caddeye bakan avlu duvarında, muvakkithane bitişiğinde kitabesiz Taksim Suyu çeşmesi, Kalıpçı Sokağı köşesinde de Hamidiye Suyu'ndan beslenen 1923 tarihli Said Bey Çeşmesi vardır. Her iki çeşmenin suyu artık akmamaktadır. Raif Ağa Camii'nin cephe duvarındaki çeşme de 1876 tarihlidir.
Semtteki resmi nitelikli eğitim kurumlarının en eskisi Şakayık Sokağı'nda yer alan Teşvikiye İlkokulu' ydu. Taş mektep tarzındaki küçük binasıyla dikkat çeken okulun yerinde bugün Sait Çiftçi İlköğretim Okulu bulunmaktadır.
Teşvikiye bugün orta-üst gelir seviyesinde bir nüfus yapısına sahiptir. Nişantaşı, Osmanbey çevresinin 1970 sonlarından başlayarak hızla bir alışveriş ve iş merkezi haline gelmesi, konfeksiyon atölyeleri ve tekstil ticarethaneleriyle dolmuştur.TEŞVİKİYE CAMİİ
Şişli İlçesi'nde, adını aldığı semtte, Teşvikiye Caddesi'ndedir. Buradaki ilk cami 1209/1794-95'te III. Selim tarafından yaptırılmıştır. Mevcut kitabesi de 1209 tarihlidir. Cami, harap olduğu için 1271/1854'te Abdülmecid tarafından olasılıkla yeniden yaptırılmıştır. Bu yenilemeye ilişkin kitabedeki “Eser-i Avâtıf- ı Mecidiyye Mahallei Cedide-i Teşvikiyye” yazısı caminin Teşvikiye'nin gelişmesiyle eşzamanlı olduğuna işaret eder. Cami, son olarak 1309/1891-92'de yenilenmiştir. Bu yenilemenin Yuvan Efendi tarafından yapıldığı bilinmektedir. Teşvikiye Camii, diğer birçok 19.yy camii gibi yalnızca bir dış avlusu ve eğimli bir arazide inşa edildiği için güney kesiminde bir alt katı olan fevkani bir camidir. Plan şeması ve üslup açısından III. Selim döneminden çok, bir 19.yy yapısı olarak yorumlanabilecek özelliklere sahiptir.
Cami, 13x12 m boyutunda, kareye yakın dikdörtgen biçiminde bir harim bölümü ile yaklaşık 24x15 m boyutunda -zemin katının bir bölümü son cemaat yeri olarak ayrılmış- bir hünkâr mahfilinden (daire-i hümayun) oluşmaktadır. Selatin camilerde hünkâr mahfilinin ayrı bir kitle olarak gelişmesi III. Selim döneminde başlamışsa da asıl gelişmesi ve hem boyut olarak büyümesi hem de cami giriş cephesini belirleyen bir kitleye dönüşmesi II. Mahmud ve asıl Abdülmecid dönemlerinde olmuştur. Belirtilen rakamların gösterdiği gibi, Teşvikiye Camii'nde daire-i hümayunun harim mekânının yaklaşık iki katını aşan bir büyüklüğe sahip oluşu, geç tarihli bir şemaya işaret etmektedir.
Teşvikiye Camii, Dolmabahçe Camii ve Ortaköy Camii'yle aynı yıllarda yenilenmiştir. Bu camilerde daire-i hümayunların kuzey cephelerinde giriş akslarının içeri, geriye çekilmesi gibi benzer düzenlemeler vardır.
KAYNAK : İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİABİDE-İ HÜRRİYET
Şişli Belediyesi'nin amblemi olan Abide-i Hürriyet anıtı Şişli'nin en yüksek tepesi olan (130 rakım) kuzeybatı kesiminde birinci çevre yolu ile Şişli-Kağıthane Caddesi arasında kalır. II. Mehmet'in İstanbul'u kuşatması sırasında otağını kurduğu yerlerden biri olduğu sanılmaktadır. Anıt, yakın tarihimizde 31 Mart Vakası olarak bilinen meşrutiyet karşıtı ayaklanmanın bastırılması sırasında şehit olanların anısına yaptırılmıştır. Yapımına 1909'da başlanmış 1911'de bitirilmiştir. Anıt I. Ulusal Mimarlık Üslubu'nun tanınmış mimarlarından Muzaffer Bey'e aittir. Anıt havaya atış yapan bir top şeklindedir. Örme taştan yapılan bu anıtın alt zemininde şehit olan askerler gömülüdür. Ayrıca Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa Türbesi ile Mithad Paşa'nın ve Talat Paşa'nın mezarları da anıt çevresi içindedir. NİŞANTAŞI
Merkezi, Valikonağı Caddesi ile Teşvikiye Caddesi'nin kesiştiği kavşakta yer alan anıt taş olan semt.
Nişantaşı adı, İstanbul'un semt adları tipolojisinde kökeni bir alamete dayalı olanlar arasında yer alır. Teşvikiye Camii'nin avlusunda bulunan iki nişan taşından III. Selim' e ait olan en eskisi, 1205/1790-91; II. Mahmud'a ait olan ikincisi 1226/1811 tarihini taşır. Abdülmecid 1270/1853-54 te Teşvikiye Camii'ni yenilettiği gibi burada bir mahalle kurulması isteğini de iki anıt taşa kazıttığı yazıyla belgelemiştir. İki taştan biri Teşvikiye Caddesi'nde bugün Harbiye Karakolu olan eski Nişantaşı Karakolu' nun yanındaki boşlukta, diğeri Teşvikiye Caddesi, Rumeli Caddesi ve Valikonağı Caddesi'nin kesiştiği kavşakta bulunmaktadır. Aynı tarzda yapılmış her iki taşın üstünde “Eser-i Avatıf-ı Mecidiye Mahalle-i Cedide-i Teşvikiye” (Abdülmecid'in karşılıksız iyilikseverliğinin eseri olan yeni Teşvikiye Mahallesi) ibaresi yer alır.
Abdülmecid'in yöreyle ilgisi Dolmabahçe Sarayı'na taşınmasıyla daha da artmış, 1857'de şehzadelerinin sünnet düğünlerinin “Nişantaşı Sahrası” nda yapılmasını emretmişti.
Aradan bir on yıl geçtikten sonraki kayıtlarda ise artık Nişantaşı'nın imara açıldığı, ilk konakların yapılmaya başlandığı görülür. Bundan sonra Nişantaşı bir konaklar ve saraylar kenti olarak gelişecek, 1910'lardan başlayarak buna apartmanlar eklenecektir.
1950'lere kadar kır-kent içeriği biçiminde sürmüştür. Taksim-Harbiye arasına bakıldığında ana yolun sağ tarafı askeri tesisler, mezarlıklar ve bahçelerle doludur. Arkaları ise 1940'lara kadar bostanlıktır. Sol yan daha hızla iskan edilmiş, apartmanlaşmıştır.
12 Ağustos 1961'de kaldırılana kadar, Maçka-Beyazıt, Maçka-Tünel, Maçka-Fatih ve Harbiye-Fatih güzergahları arasındaki tramvaylar uzun zaman semtin başlıca toplu ulaşım aracı olmuştur.
1920'lerin konaklar semti Nişantaşı, bütün İstanbul gibi büyük bir değişim geçirmiş; yoğun trafikli, canlı, kalabalık ve gerek konut bölgesi olarak gerekse lüks mağazaları, galerileri, zarif vitrinleri ile her şeye rağmen seçkin bir semt olmayı sürdürmüştür.
NİŞANTAŞLARI:
İstanbul’un çeşitli yörelerinde bugüne kadar pek azı korunabilmiş olan nişantaşlarının çoğunluğu ilçemiz sınırları içindedir. Günümüze kadar gelebilmiş nişan taşlarının bulunduğu yöreler; Nişantaşı, Teşvikiye veOkmeydanı’ndadır. 1270/1853-54’te Teşvikiye Camii Abdülmecid tarafından yenilendikten sonra yörede yerleşme başlamıştır. Abdülmecid’in burada bir yerleşim oluşturma amacını dile getirdiği iki taştan biri Teşvikiye Caddesi’nde bugün Harbiye Karakolu olan eski Nişantaşı Karakolu yanındaki boşlukta, diğeri Teşvikiye Caddesi, Rumeli Caddesi ve Valikonağı Caddesi’nin kesiştiği kavşakta bulunmaktadır. Aynı tarza yapılmış her iki taşın üstünde ‘Eser-i Avatıf-ı Mecidiye Mahelle-i Cedide-i Teşvikiye’ (Abdülmecid’in karşılıksız iyilikseverliğinin eseri olan yeni Teşvikiye mahallesi) ibaresi yer alır. Teşvikiye Camii’nin avlusunda 1205 tarihli ve III. Selim’e ait olan, diğeri 1226-1811 tarihli ve II.Mahmut’a ait 2 nişantaşı bulunmaktadır. 1226-1811 tarihli bir başka Nişantaşı ise Topağacı’nda Nişantaşı Ihlamur yolunda bir apartmanın ön bahçesinde varlığını korumaktadır.
KURTULUŞ
Pangaltı' nın bulunduğu tepeden güneye doğru önce dik, sonra da yumuşak bir eğilimle inerek, güneybatıya kıvrılan bu eski dere yatağının batıdan ve güneyden çevirdiği tepenin (ve civarındaki tepeciklerin) adı Aya Dimitri Tepeleri idi, oradaki yerleşim birimini de kapsayan bu isim16.yy'da yapılan Rum Ortodoks kilisesinin adıydı. Sonraları orada tavlalar (at ahırları) yapılınca, semt, ahırları simgeleyen Tatavla adını aldı ve Cumhuriyet'te isimlerin Türkçeleştirilmesine kadar öyle kaldı.
Tatavla'nın ilk halkına, Tersane' de işçi olarak çalışmaları nedeniyle Tersaneliler denirdi. Sonraları çeşitli mesleklerle de ilgilenmeye başlayanlar oldu. Örneğin, Tatavlalı ayakkabı yapımcılarının ünü tüm kente yayılmıştı. Özellikle Beyoğlu'nda, sadece Tatavlalıların ayakkabılarını satan dükkanlar vardı.
Tatavla'nın bir de tulumbacıları ünlüydü. Bu tulumbacıların yangın söndürmekteki becerileri üzerine çeşitli yazılar yazılmış, övgüler de yapılmıştır.
Paskalya yortusundan önceki perhiz döneminin ilk Pazartesi, Tatavla' da ünlü Baklahorani panayırı yapılırdı. Bu panayıra kentin hemen tüm yörelerinden gelenler olur, çeşitli eğlenceler düzenlenir, sadece perhiz yemekleri ve özellikle bakla yenirdi. O yüzden panayıra Baklahorani denirdi.
Tatavla'nın spor kulüplerinin ünü, yurt dışında da yaygındı. 1908'de kurulan Astir adlı futbol kulübünün takımı, İstanbul'un en önemli takımlarındandı.
Sanat etkinliklerinin de Tatavla'nın yaşamında önemli bir yeri vardı. 1911'de kurulan Amfion adlı müzik merkezinin mandolin orkestraları ve koroları, İstanbul' un çeşitli sanat merkezlerinde düzenli olarak konserler verirdi.
Cumhuriyet'e kadar sakinlerinin büyük çoğunluğunu Rumların oluşturduğu, Ermenilerin ve az miktarda Yahudilerin de yaşadığı Tatavla, Kurtuluş olduktan sonra da bu özelliğini bir süre korudu, fakat zamanla bu özelliğini yitirdi. 90'lı yıllarda Kurtuluş erozyona uğradı.
ATATÜRK MÜZESİ
Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmıştı. Mustafa Kemal, Suriye cephesinden ayrılarak 1918 yılı Kasım ayının ortalarında İstanbul'a geldi. Kent İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan Kara ve Deniz Kuvvetlerinin işgali altındaydı.
İstanbul'da gördüğü manzara karşısında içi yanan ama bu acı gerçeğin etkisiyle, geleceğe ilişkin kurtuluş planlarını hızla olgunlaştırmaya koyulan Mustafa Kemal bir süre Pera Palas'ta kaldı. Ardından, dostu Salih Fansa O'nu evine davet etti. Mustafa Kemal çok kısa bir süre de Beyoğlu'ndaki bu evde konuk oldu. Öte yandan, Beşiktaş Akaretler' de oturan annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule'yi de her fırsatta ziyaret etti. Mustafa Kemal ülkeyi içine düştüğü umutsuz durumdan kurtarabilmek amacıyla oradan oraya koşuşturur, sarayla görüşür ve ardarda toplantılara katılırken, bir yandan da tek başına kalabileceği bir ev arıyordu. Sonunda, Şişli'de, bugünkü adı Halaskargazi olan caddede 1908 yılında inşa edilmiş üç katlı bir ev kiraladı. Evin o zamanki sahibi Osep Kasapyan'dı. Mustafa Kemal yeni evine yerleşir yerleşmez, annesini ve kız kardeşini yanına aldı ve onları evin üst katına yerleştirdi. Kendisi orta katta kalmayı tercih etmişti. İstanbul'un düşman işgali altında bulunduğu günlerde, Mustafa Kemal'in evi son derece hareketli günler yaşadı. Gelen giden çoktu. Sık sık arkadaşlarıyla buluşuyor, ülkenin içinde bulunduğu kötü duruma nasıl bir çözüm yolu bulunabileceğini tartışıyorlardı.
Mustafa Kemal, Şişli'deki bu evde, Milli Mücadeleyi başlatmak amacıyla Samsun'a hareket ettiği gün olan 16 Mayıs 1919 tarihine kadar oturdu. Ankara'ya yerleştikten kısa bir süre sonra da, annesini ve kız kardeşini yanına aldırdı.
Takvimler 1924 yılını gösterirken, Mustafa Kemal'in kısa sayılabilecek bir süre oturduğu Şişli'deki ev el değiştirdi. Binayı, eski valilerden Tahsin Bey (Uzer) satın aldı. Aynı yıl, evin duvarına, Atatürk'ün 1919 yılında orada oturduğunu belirten bir tabela asıldı. Dört yıl sonra, İstanbul Belediyesi binayı Tahsin Uzer' den satın aldı. Atatürk'e ait tüm eşyalar, tarihi belgeler ve hatıraları bu binada koruma altına alınmaya başladı. 1924 yılında İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Lütfü Kırdar evin müzeye dönüştürülmesi çalışmalarını başlattı. Ev aynı yılın 15 Haziran günü “Atatürk İnkılabı Müzesi” olarak kapılarını ziyaretçilere açtı.
Müzede Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, ilk cumhurbaşkanı, asker ve devlet adamı Atatürk'ün doğumundan ölümüne kadarki yaşamını sergileyen fotoğraflar, giydiği elbiseler, kullandığı eşyalar, Atatürk ve devrimlerine ilişkin belgeler ve Milli Mücadele'yi yansıtan tablolar yer alıyordu.
Zaman içinde yıpranan bina, 1960 ihtilalinden sonra İstanbul Belediye Başkanı olan Refik Tulga'nın ön ayak olmasıyla onarıldı. Ne var ki, iki yıl sonra binada bir yangın çıktı. Müze kısmen hasar gördü.
Uzun süre ihmal edilen müze, Atatürk'ün 100. doğum yılı hazırlıkları sürerken tepeden tırnağa sıkı bir onarımdan geçirildi. Kapı tokmaklarından camlara kadar her şey binanın genel havasına uygun olarak yenilendi. Bu onarımın giderlerini Türkiye İş Bankası karşıladı. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ise dekorasyon ve düzenleme işlerini üstlendi. Sonuçta, 19 Mayıs 1981 tarihi, Atatürk İnkılabı Müzesi'nin belki de yeniden doğduğu tarih oldu. Müzenin adı kısaltıldı ve “Atatürk Müzesi” haline getirildi. Müze günümüzde, Şişli'nin en yoğun trafiğinin bulunduğu bir noktada yer almasının da etkisiyle, çok sayıda ziyaretçi tarafından gezilmektedir.
Kaynak: Şişli Hayat Dergisi
ESPRİT KİLİSESİ
İstanbul’da papanın temsilcisi olarak bulunan Monsenyör Hillereau tarafından ünlü mimar Gaspard Fossati’ye yaptırılan kilisenin inşaatı 1845’te başlamış, 1846’da ibadete açılmıştır. İmkânsızlıklar nedeniyle pek sağlam yapılamayan ve sık sık meydana gelen depremlerden ötürü zarar gören kilise 13 Haziran 1865’te tadilat görmüş ve 31 Aralık 1865 tarihinde ibadete açılmıştır. Katedralin cephesi Notre Dame de Sion Kız Lisesi tarafından kapatılmış durumdadır. Monsenyör Hillereau tarafından Saint Esprit kilisesi inşa ettirilirken, aynı zamanda rahibelerin ve Saint Esprit inananlarının defni için bir yer altı mezarlığıda hazırlanmıştı. 1927’ye kadar defin işlemi devam eden yeraltı mezarlığında, Sarayın meşhur müzizyeni Giuseppe Donizetti’nin mezarı, kilisenin kurucusu Monsenyör Hillereau’nın ve diğer ailelerin mezarı bulunmaktadır.
BULGAR EKSARHANESİ
Halaskârgazi ve Abide-i Hürriyet Caddeleri arasında uzanan geniş bir bahçe içinde yer alan yapı, 19. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir. Eksarh I. Jozif tarafından yaptırılan yapı dört katlı, Eklektik (seçmeci) üslupta ve ahşap karkas olarak inşa edilmişdir. Yapı 1989’da tamir ve tadilat geçirmiştir. Eksarh, Bulgar Ortodoks Kilisesi’nde cemaatin başında bulunan önder yada başkan demektir. IHLAMUR KASRI
1849-1855 yıllarında, Abdülmecid tarafından dinlenme yeri olarak kullanılmak üzere, Nüzhetiye adı verilen ve Beşiktaş ile Nişantaşı arasındaki vadide yer alan mesireye Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü olarak adlandırılan iki kasır yaptırılmıştır. Bunlardan Merasim Köşkü asıl Ihlamur Kasrıdır. Yüksek bir subasman üzerine tek kattan oluşan dikdörtgen planlı köşk, kesme taştan yapılmıştır. Abartılı cephe bezemeleri, girlantlar, istiridye kabukları, vazolar, salkımlar ve sütunçelerden oluşur. Giriş cephesindeki iki kollu merdiven ve balkon dikkat çekicidir. Dış cephenin tersine, yapının içi oldukça sadedir. 1951 yılında İstanbul Belediyesine verilen ve bu dönemde ziiyarete açılan köşk, daha sonraki yıllarda T.B.M.M. Milli Saraylar Başkanlığına devredilmiştir.
DARULACEZE BİNASI
1892-1896 yıllarında, Halil Rıfat Paşa tarafından, kimsesiz, evsiz, hasta ve sakat yaşlı, genç ve çocukların bakılması, çalışabilecek durumda olanların çalışarak geçinebilmelerini sağlayabilmeleri amacıyla yaptırılmış bakım evidir. Binanın mimarı Mimar Yanko Bey, uygulayıcısı ise Vasilaki Efendidir. 277x120m boyutunda büyük bir dikdörtgen arsa üzerine kurulmuş yapılar topluluğudur. Arsanın uzun kenarları doğrultusunda karşılıklı yerleştirilen birbirinin aynı biçim ve boyuta sahip sekiz yapı, dörtlü bir dizi oluşturur. Bu yapıların arasındaki geniş mekan, ortak kullanımlı bir bahçe işlevi görür ve batı ucunda bir cami, doğu ucunda ise bir kilise ve havra ile sınırlanır. Cami, küçük ama kendine özgü bir plan şeması olan ilginç bir yapıdır. Kilise ve havra ise beşik tonozlu sade yapılardır. Girişteki merkez binanın ana giriş cephesi ve bütün iç hacimleri neoottoman üsluplu bezemelerle işlenmiştir. Günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait, kimsesiz, sakat ve yaşlılara hizmet veren C tipi hastane olarak kullanılmaktadır. NOTRE DAME DE SION FRANSIZ KIZ LİSESİ
İstanbul’da papanın temsilcisi olarak bulunan Monsenyör Hillereau, 1844-1846 arasında St. Esprit Kilisesi’ni inşa ettirirken, kilisenin ön tarafında bir papaz semineri açmak üzere binalar yaptırmıştır. Lazariste’ler eğitim işini kendilerine meslek edinmiş olan Notre Dame de Sion rahibelerini kız okulu açmak için Fransa’dan davet ederler ve 27 Kasım 1856 yılında Notre Dame de Sion rahibeleri okulda eğitim vermeye başlarlar. Okul kısa zamanda gelişerek, Katolik Ermeni, Ortodoks Bulgar, Ortodoks Rum, Gregoryan Ermeni ve Yahudi öğrencilerinin arasına 20. yüzyılın başlarında Müslüman öğrencileri de katarak, İstanbul’un her dil ve mezhepten köklü ve zengin azınlık ailelerinin de rağbet ettikleri bir eğitim kurumu olur. Zamanla eğitim kadrosu ve manastır okulu havası bütünüyle değişmiş ve günümüzde İstanbul’un seçkin bir kız lisesi olarak diğer liseler arasındaki yerini almıştır. MAÇKA ÇEŞMESİ
Çeşme 1901 yılında II. Abdülhamid tarafından mimar Raimondo D’aranco’ya yaptırılmıştır. 1957 yılında ki yol genişletme çalışmaları sırasında asıl yeri olan Tophane’deki Nusretiye Camisi önünden sökülerek bu günkü yerine, İTÜ Maden Fakültesi’nin karşısındaki Maçka Demokrasi Parkı’nın girişine taşınmıştır. Tamamı mermerden inşa edilmiş olan dört yüzlü, ufak boyutlu bir meydan çeşmesidir. Cephelerinden karşılıklı ikisi dar, diğer ikisi geniştir. Üzerinde kagir, kenarları dilimli, iki kademeli, kurşun kaplı geniş bir saçak vardır. Köşelerde, beyzi madalyonlu kaideler üzerinde yükselen, üst kesiminde düşey yivli bileziklerle donatılmış ve perde motifli başlıklarla sonuçlanan ince başlıklı sütunlar yükselir. Sütun kaidelerin hizasında bulunan yalaklar geniş ve dar cephelerde farklı tasarımlar gösterir. Cephelerin üst kısmında, sütun başlıklarının hizasına kabartmalı plastırlar, plastırların arasında kalan yüzeylere de kitabenin birer beyiti yerleştirilmiştir. Manzum metni Ahmet Talat’a ait olan kitabe hattat Sami Efendi’nin imzasını taşır. ORDUEVİ
İstanbul’da Subay ve astsubaylara ait sekiz orduevinin en büyüğü Harbiye’deki Harbiye Orduevidir. İnşaası 1981’de tamamlanan orduevi daha önce eski Mekteb-i Harbiye binasının bir bölümünde hizmet vermekteydi. Otel kısmı ve sunduğu sosyal aktivitelerle Türkiye’nin en büyük ordu evidir.