- Makaleyi Paylaş
- Facebook'ta Paylaş
- Twitter'da Paylaş
- 21 Ağustos 2018, Salı 3:08
Bazen bir kelime, okuduğumuz şiirin bir mısrası, dinlediğiniz şarkının, türkünün nağmeleri sizi uzaklara alıp götürür. Bir dostumu ziyaret için ofisine gittiğim. Dostumun toplantıdan çıkmasını bekler iken, arkadaşı ile sohbet ediyordum. Bu esnada çalan radyodan bir türkü sesi yükseldi “ZÜHREM GELMEDİ”.
Sordum, dinlediği bu türkü Kars yöresine aitmiş. Sevdalısı olduğuna, kavuşmayı beklediğine yakılmış bir türkü. “Türküde seni ne etkiledi sorarsanız” Türkistan’a kadar uzanan bir yolculuğa çıkartırım sizi.
Uzun bir süre kaldığım Özbekistan’da çok sevilen ve söylenen bir türküydü dinlediğim. Orada kelimeler bizde olduğu gibi inceltilmemişti. “ZUHRAM GELMEDİ” diye söyleniyordu.
Âşık sevgilisine sesleniyor, tüm tanıdıkları sayıyor onların geldiğini söylüyor ve ardından ekliyordu, “Bir tek sen gelmedin”. İki türkünün sözlerini, aradan geçen yüzyıllar, değişen coğrafyalar değiştirmiş ama öz hep aynı kalmış. Belli ki aynı ocaktan gelmişler. Sözcükler, adetler, türküler aradaki bağların hala kopmadığını gösteriyor.
Zuhra ismini gökteki Venüs’e vermiş Ortadoğu halkları. Adına tapınaklar kurmuşlar. Antik Yunan da aşk ve güzellik tanrısı Afrodit olmuş. Roma İmparatorluğu’nda adı Venüs olmuş. Roma’da aşktan kopmuş ekili alanların ve bahçelerin tanrıçası olmuş. Venüs gezegeni, önceleri Babil tanrısı İştar’ın sonra Afrodit in yıldızı idi. Ortadoğu’da Zuhra olarak kalmaya devam etti.
Böyle bir sözcüğe Atlas dergisinde rastlamıştım. Bir Atlas okuru Amasya yöresinde kayısıya “Örik” dendiğini yazmıştı. Özbekler kayısıya “örik” diyorlardı. Eriğe de “alhari” diyorlardı. Sözcükler köklerimizi gösteriyor.
*
Taşkent metrosunda okuduğum bir ilanda Keles adını okuyunca çok şaşırmıştım. Taşkent yakınlarındaki kasaba bana dağ yöremizdeki Keles’i hatırlattı. Dağdakiler 800-850 yıl önce buradan dağ yöresine gelip, Keles kasabasını kurmuşlar. Keles üzerinden Tavşanlı, Simav dolaylarında gördüğüm Su çarkını Taşkent yakınlarındaki Çırçık’da ırmağın kenarında gördüm.
Semerkant’ta gezerken gördüğüm o muhteşem mimari, gerçektende beni çok etkilemişti. Ama o mimari şaheserlerin bir kısmı bana Bursa’daki Yeşil Türbe’yi, Yeşil Cami’yi, Koza Han’ın kapısını anımsattı. Birden kendimi Bursa’da hissettim. Sonra araştırdığımda Bursalı Lâmi Çelebi’nin dedesi nakkaş Ali Bin İlyas’ın Emir Timur’un Anadolu’dan Semerkant’a götürdüğü sanâtkar arasında olduğunu öğrendim. Bu sanatkâr 1403de Emir Timur’un ölümünden (1405) sonra Bursa’ya geldi.
Sonra, Sultan Çelebi Mehmet’in adını taşıyan o güne kadar görülmedik ihtişamdaki yapıların bezemelerini yaptı. Hacı İvaz Paşa’nın yapımını üslendiği Sultan Çelebi Mehmet adına yapılan türbe, medrese ve caminin (Bursa/Yeşil yöresi) bezemelerinde Semerkant’ın firuze renkli çinilerini kullanır.
*
Özbekistan’da çalıştığı bir fabrikanın idari işler görevini yöneten bayanın adı Munisa’ydı. Geçenlerde sitemizde yeni kapıcımız iş başı yaptı. Eşinin adı Munise, Bursa’nın dağ yöresinden. Benzerlik sizce şaşırtıcı mı?
Bir Özbek atasözü şöyle diyor; “Evrende iki büyük yol vardır; gökyüzünde Samanyolu yeryüzünde ipek yolu” arada binlerce kilometrelik yollar olsa da bazen görünmeyen yollar bizi birbirimize bağlıyor. Özbek şarkıcının sözleri hala kulaklarımda çınlıyor.
“Herkes Geldi, Bir Sen Gelmedin
Zühram Gelmedi”
*
Özbekistan’da evlenirken kız tarafına verilen başlık için “Kalın” dendiğini öğrenince de şaşırmıştım. Güney Marmara’da 93 muhacirleri ve manavlar da bu kelimeyi kullanıyorlardı. Köyüm Güllüce’de bir yakınım babasına, annesine “Ben evlenirken kalın istemiyorum demişti”. Özbekistan’da bu kelimeyi duyunca çok şaşırmıştım.
Sözcükler, yer adları, ören yerleri ve mezarlardan çıkan buluntular hepsi birer ipucu, bize yön gösteren birer ok oluyor. Bizi köklere taşıyor.
Kalın kelimesi bütün Türkistan’da kullanılan bir kelime.1860’lı yıllarda Türkistan ve Sibirya’da yaşayan Türk kavimlerini araştıran, Türkoloji biliminin kurucusu sayılan Wilhem Radlof (1837-1918),Bugün Hakasya denilen bölgede yaşayan Türklerin evlilik adetlerini incelemiş. Burada da aynı sözcük karşımıza çıkıyor, “Kalın”. Yaklaşık 150 yıl önceki düğün adetlerini ve düğünü beraber yaşayalım; ölüm adetlerini öğrenelim.
Türk kültürü üzerine değerli araştırmalar yapan Pr. Dr. Bahaeddin Ögel’in yazdığı, “İslamiyetten Önce TÜRK KÜLTÜR TARİHİ Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre” adlı eserinin (Ankara-1991) Göktürkler bölümünde:
“Altay bölgesinde bilhassa Salıncak ve Onugug dağlarında bulunan yumuşak ve sert çelikler değinir. Tuhayta ve Kuray kurganlarındaki bazı metal eşyaların kaliteli çelikten yapıldığını, bölgede yüksek kalitede demir cevherleri bulunduğunu” yazar.
Altaylarda demircilik yüzyıllarca devam eder. Altaylara yolları düşen seyyahlar, Altay halkının çok mahir demirciler olduklarını yazmışlardır. (A. P. Papatov, Pçerk İstoriii Oyrotii, s. 28, 96-97, 1933-Novosibirsk, Aktaran B.Öğel, age, s.163
W.Radlof, Altay bıçaklarının Rus bıçaklarına tercih edildiğini, bölgedeki Rus tüccarlarının Altay bıçaklarını taşıdığını; Altaylı demircilerin bilhassa kaynak işlerinde çok ileri olduğunu yazar. (W.Radlof, Sibirya’dan, Çev. A. Temir, İstanbul, 1956, I. S.303, age.163)
Göktürklerin, Ergenekon efsanesine konu olan Altay bölgesinde Hun İmparatorluğu devrinde bir ziraat kültürü olduğu anlaşılmıştır. Göktürk devrinden kalan kurganlarda ziraat işlerinde kullanılan kürek ve pulluklar bulunmuştur.
Sovyet döneminde, bölgede yapılan yüzey araştırmalarında biri on kilometre uzunluğunda olan çok sayıda sulama kanalı tespit edilmiştir. Kanallar gelişigüzel değil, belli bir plan doğrultusunda yapıldığı anlaşılmıştır.Botanikçileri yaptığı araştırmaların sonucunda bu kanalların olduğu bölgede tarım yapıldığı anlaşılmıştır.
1935 yılında bölgeyi tarıma açmak isteyen Sovyet yetkilileri yaptıkları araştırmaların sonucunda var olan eski kanalları kullanmaya karar vermişlerdi.
*
Altaylıların düğün adetleri şöyledir: Delikanlı, beğendiği eşini arar ve onu babasından ister. Yoksullarda, erkeğin babası kendisi başvurur, zenginlerde, kıza istekli olmak için yakın akrabadan iki kişi gönderilir (kuda). Kıza istekli olanlar yurda varmadan attan iner ve ağır ağır yaklaşır. Kapıdan girer girmez dururlar, biri ayakta iken piposunu doldurur diğeri de elindeki kavı ateşler. Bu durumda kızın babasına yaklaşarak onun önünde sol dizleri üzerine çökerek derin bir şekilde eğildikten sonra biri şunları söyler:
“Evinin eşiği önünde
Şimdi diz çöküyorum,
Senin evine geldim,
Baylığına sevindim.
Senin evine geldim,
Evinin başını istemek için.
Çözülmez bağlarla
Sağdıçlık bizi bağlasın;
Yanaklar nasıl ayırmazsa,
Zırhın yakası nasıl kopmazsa,
Bizi de akrabalık bağlasın!
Kayın kabuğu katları gibi sağlam,
İnce çift dikiş gibi sık olsun!
Niyetim bıçağın sapını istemektir!
Kazananın kulpunu istemektir.
Çoktan beri savaş sürdü,
Dokuz nesli güreştirdi,
Şimdi barış kuralım,
Artık akrabalık kuralım,
Bize cevabını ver!”
O bunları söylerken piposunu kızın babasına uzatır, diğeri de, isteğin kabul edildiğine işaret olmak üzere pipo alındığı zaman derhal yakmak üzere süngeri hazır tutar. Genellikle baba pipoyu hemen alır, çünkü resmi istekten önce artık gizlice konuşulmuş olur. Eğer böyle bir durum olmamışsa, ana, kız ve akrabalarla konuşmak için biraz izin ister. O zaman akrabalar komşu yurtta toplanarak görüşürler. Sonra yurda dönerek pipoyu alır ve ağzına götürürken konuklar tarafından yakılır. Şimdi kalım (güvey tarafından kızın babasına verilecek para ya da hayvan) ve çeyiz (enci koncı) üzerinde konuşma başlar. Para işi çözümlendiği zaman, hepsi de bir halka olarak ateşin çevresinde toplanarak neşe ile içmeye başlarlar. Kızın babası, rakı dolu ilk iki çanağı sağdıçlara uzatır. Bunun üzerine sağdıçlar babanın yurdundan ayrılarak güveyin yurduna gider ve aynı törenle babanın koşullarını bildirirler. Koşullar kabul edildikten sonra burada da bolca içilir. Kalım’ın yalnız miktarı değil, ödenme zamanı da belirlenir.
Bu olaydan sonra gençler nişanlanmış sayılır. Güvey (koltu) gelini (sırgalı) ziyaret edebilir, fakat yurtta ancak akşama kadar kalmak hakkına sahiptir. Kızın babasına ödeme yapıldıktan sonra düğün düzenlenir. Güveyin babası, oğlu için yeni bir yurt yapar ve servetinin bir kısmını ona bırakır.
Sonra düğün gününde, güvey iki delikanlının eşliğinde gelinin evine gider. Onlar, yaklaşık yurda yüz adım kala durarak attan iner ve düğün şarkıları söyleyerek yaklaşırlar:
Ormanda değerli olan nedir?
Güzel samur değerlidir.
Halkta değerli olan nedir?
Altı örgülü kız değerlidir.
Ormanda ne değerlidir?
Dört ayaklı samur değerlidir,
Halkta ne değerlidir?
Dört örgülü kız değerlidir.
Beyaz otu yolan
Beyaz at, söyle neredesin?
Ensesinde sarı saçlı
Gelin, söyle neredesin?
Mavi otu yolan
Mavi at, söyle neredesin?
Ensesinde kara saçlı
Gelin, söyle neredesin?
Gelinin ana babası yurttan çıkarak güveyi kapının önünde karşılarlar. Güvey törenle yurdun içerisine alınır, rakı ikram edilir ve kızın babası gelini güveye teslim eder. Bundan sonra genç çift bütün akrabalarla birlikte güveyin evine gider. Gelin, ilginç bir şekilde süslenmiş at üzerinde götürülür. Güveyin iki arkadaşı kendi önlerinde ve eğerin üzerinde ikişer küçük kayın ağacı tutarak atın iki tarafında yürürler. Bu kayın ağaçlarına, gelinin önüne gelecek şekilde bir perde konmuş olur. Gelin, at üzerinde gittiği sürece ne yolu ve ne de kendisi için hazırlanmış yurdu görmemelidir. Bu gelin alayını, akraba ve dostlardan oluşan büyük bir kalabalık izler. Kayınbabanın yurdu akraba ve dostlarla dolar. Ayrılırken ana ve baba vedalaşır ve kıza yabancı yerde nasıl yaşaması gerektiği konusunda öneride bulunurlar. Gelin, kayınbabasının yurduna girdikten sonra ocağın önünde yere kadar eğilir. Bunun üzerine kayınbaba ya da akrabalardan biri gelini kutsayarak şunları söyler:
Allah’ın gözleri sana baksın,
Yaşlıların kutsaması sana konsun,
Yüksek tanrının gözleri sendedir!
Yüksek adamların kutsaması sendedir!
Oturduğun yerin külü bol olsun!
Koyun ve kuzu sürülerinden
Daha çok neslin olsun!
Yabanıl horozun yavrularından
Daha çok çocuğun olsun!
Otlaktaki çalılıklardan daha sık,
Tarladaki ekinden daha sık olsun!
Önünde her zaman ay ışıldasın!
Arkanda her zamanda güneş parlasın!
Önünde, mantonun eteğinde çocuklar,
Arkanda, hayvanlardan sürüler bulunsun!
Üç yaşlık atlar kulun doğursun!
Dört yaşlık atların tohumlar bulsun!
Elbisen her zaman temiz kalsın!
At sürülerin artık zayıflamasın!
Arkan tembelleşmesin!
Hayatın uzun olsun!
Günlerin sonsuz olsun!
Alınacak şey kalmadığı zaman da almalısın,
Tutulacak şey kalmadığı zaman da tutmalısın!
Aklın çabuk işlesin,
Ruhun çabuk kavrasın!
Akrabaların seninle çekişmesin,
Omuz bağların seni ezmesin!
Altındaki yer demir gibi sağlam olsun!
Sana karşı gelenlere demir gibi davranmalısın!
Mangalın taş gibi sağlam olsun!
Külün yığınlar yapsın!
Yaşadığın yer sıcak olsun!
Ateşin her zaman sıcak versin!
Gıdan besleyici olsun!
Aşların bol bol aksın!
Evinde elbisen çok olsun!
İçine girdiğin ev ne güzeldir!
Tanrı seni kuvvetlendirsin!
Bir ardıl doğurasın,
Kolundan hasta olmayasın!
Koltuk altların ağrımasın!
Haşmetli bir oğlun olsun!
Birçok şölen hazırlayasın!
Yüz, yüz yıllar yaşayasın!
Hızlı bir yarış atına binesin!
Bu sözlerden sonra kızın babası genç çifte bir kase rakı sunar. Herkes ikram gördükten sonra, evli çift törenle kendilerinin yeni yurduna götürülür. İki kayın ağacına takılı perde bu kez de önlerinde taşınır. Genç kadın, yurda girdikten sonra ocağın önünde eğilerek ateşe bir parça et atar ve birkaç damla kımız döker. Bunun üzerine yeni evlilerin yatağı önüne beyaz örtü takılır. Bütün bunlar yapıldıktan sonra, evli çift ev sahibi olarak yerlerini alırlar. Tören, zengin Altaylılarda günlerce süren bir şölenle sona erer. Yurt genellikle konukların hepsini de almadığından, dışarıda açıkta da büyük kazanlar kaynar ve her kazanın çevresinde konuklar toplanır. Bu gibi şölen, özellikle akşamları bir asker karargâhını andırırmış.
*
Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı sürece kocası için ağlamak zorundadır. Örnek olarak şu ağıtı alıyorum:
Kahramanım hayatta iken,
Altın yakalı ipek kürk giyerdim
Fakat o öldükten sonra
Aşağı köleler gibi
Deriden kaput giyerim.
Kahramanım hayatta iken,
Çinlilerin ekmek ve pirincini yerdim.
Kahramanım güzel ve görkemliydi,
Ocağımız neşeli idi,
Ambarında mallar çoktu,
Kocamın gölünde
Kuğular yüzemezdi,
Fakat şimdi onun üzerine
Kötü karga bile uçuyor.
Kocamın gölünde
Kaz bile yüzemezdi,
Fakat şimdi onun üzerine,
Kötü karga bile uçuyor.
Eskiden bana yaklaşmaya
Cesaret edemeyen kötü adamlar,
Şimdi küstahça bana:
Sen artık bizimsin ey dul! diyorlar.
Gömme iş gizlice ve hiçbir tören yapılmadan yerine getirilir. Altaylılar ölülerini genellikle dağ üzerinde ki gizli yerlerde toprağa gömerler, ölü tam giyinmiş şekilde mezara konur ve yanına, yol için torba yiyecek de yerleştirilir. Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş. Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmekle gömme âdeti Altay’da ancak bazı yerlerde uygulanırmış, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım. Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak şölen düzenlerler. Geride kalanlar, şölenden sonra yurdu Şamanlara temizlettirerek başka bir yere taşırlar. Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar. Örneğin 1870 yılında Aşyaktu’dan geçerken, o sırada sahibi ölmüş olduğu için Kurtu-Zaysan’a ait ağaç direklerinden yapılmış güzel bir yurt olduğunu gördüm.
Doğudaki diğer Türk boylarından olan Teleütler, Altay’ın kuzey doğusunda yaşayan Tatarlar ve Abakan Tatarları, Altaylılar gibi ayrı bir halk oluşturmayıp, dağınık birçok kabile ve kabilecikler olarak bulunur.
DOĞUM
Bir kadın doğuracağı zaman bütün kadın akrabalar yurdun içinde toplanır, erkekler dışarıda kalır. Yurdun dışında bulunan erkeklerin görevi, herhalde çevredeki kötü ruhları kovmak olsa gerektir, çünkü kadının ağrısı başlar başlamaz korkunç bir gürültü kopararak yurdun çevresinde koşmaya başlarlar ve tüfek de patlatırlar. Bu gürültü çocuk doğuncaya kadar devam eder. Yurttaki lohusa ise çeşitli baskı, oğuşturma ve zor durumlara sokularak eziyet çeker. Çocuğa ad verme genellikle hemen doğduktan sonra aile başkanı tarafından yapılır. Ya doğumdan sonra yurda ilk giren kişinin sözü, ya palta (balta), mıltık (tüfek) gibi ilk söylenen bir eşya adı ya da doğumdan sonra ilk gelen kişinin ilgi çekici bir sözü isim olarak takılır, örneğin Sarıpaş (Sarıbaş) gibi. Önceki çocuklar ölmüşse, yeni doğana, kötü ad takarlar, örneğin İt-Ködön (İt götü), Palçık (Balçık) gibi. Yukarda anılan kişi Rus ise Rusça ad da takılır, örneğin: Muklay (=Nikolay), Mulkolka (=Nikolka), Pabıl(=Pavel)gibi. Zenginler ad verme dolayısı ile toplantı düzenlerler, çocuğun adı burada törenle ilan edilir.
https://www.belgeseltarih.com/herkes-geldi-ama-zuhram-gelmedi/
MAKALEYE YORUM YAZIN
-
17.05.2020 Mezarında bile rahat bırakılmayan Şehzade Cem Sultan
-
09.05.2020 Lodos estiğinde uçaklar Bursa'ya inemezdi
-
09.05.2020 Bursa Basınından Uçan Daire Haberleri
-
18.04.2020 Bursa'nın Dağ Yöresinde Sinema
-
18.04.2020 Bir zamanlar Bursa'da deve güreşi de yapıldı
-
17.04.2020 Kültürpark'taki boa yılanları nasıl öldü?
-
17.04.2020 Bursa'da fil cinayeti! Arşivden yansıyanlar…
-
17.04.2020 Antik Çağlardan Günümüze Gelen Bir Kavim: Sahalar
-
10.04.2020 Yerel Basın Arşivi: Bursa defineleri nerelerde çıktı?
-
05.04.2020 Şeyh Bedrettin Vakası öncesi Rumeli'ne sürülen dini gruplar
-
05.04.2020 Bursa'ya sürgün edilen şeyhülislamlar
-
05.04.2020 Bursa'da medfun mollalar
-
27.02.2020 Pazırık Halısı ve Kurganı
-
27.02.2020 Tirilye Sinemaları
-
27.02.2020 Bursa'da Havayolu Taşımacılığı, Uçak Kazaları ve Anılar
-
27.02.2020 İnegöl'de müderrislik yapan mollalar
-
02.11.2019 Bir Mübadele Öyküsü: Langaza'dan Çeşnigir Köyü'ne
-
20.10.2019 Kızılbaş ayrımı Bursa'da başladı: Kızıl börk-Ak börk ayrılığı
-
20.10.2019 Nostalji… İnegöl Sinemaları…
-
06.08.2019 Kurşunlu sinemaları ve Kurşunlu'da bir gezinti
-
14.07.2019 Osmanlı Devletinin Kuruluşu: Aşiretten mi Yoksa Uç Beyliği mi?
-
10.07.2019 Bursa'da çekilen filmler
-
02.07.2019 Fergana
-
30.05.2019 Philips demek Eindhoven demek
-
29.05.2019 Utrecht'te Runik Yazı
-
28.05.2019 Bir Hollanda gezisi ve Rembrandt
-
28.05.2019 Bu dünyadan Hadi Türkmen geçti
-
28.05.2019 Mustafakemalpaşa'da Çekilen Filmler
-
25.05.2019 Kızılderililer ve Ön Türkler
-
17.05.2019 Osmanlı ve Teşkilatı Mahsusa'nın Müttefiki Küçük Han
-
27.04.2019 Keles Sinemaları (Nostalji)
-
14.04.2019 Memlûkler
-
14.04.2019 Osmanlı tahtına göz diken Giraylar
-
07.04.2019 Semerkand'dan Kastamonu'ya Astronom Şirvani
-
24.03.2019 Fransız tarihçilerin gözünden Osmanlılar'ın Mısır'ı fethi
-
24.03.2019 Bursa Orhangazi Sinemaları
-
16.03.2019 İznik Sinemaları ve Anılar
-
15.03.2019 Yenişehir, Anılar ve Sinemaları
-
13.03.2019 Osmanlı'da Nüfus Sorunu Üzerine
-
13.03.2019 Şeyh Bedrettin (1358/59 – 1416)
-
13.03.2019 93 Harbi (1877-1878) Öncesi Anadolu
-
09.03.2019 Unutturulan Cihangir Osmanlı Padişahı
-
09.03.2019 Halide Edip'in romanı… Mustafa Kemal Paşa ve "Vurun Kahpeye"
-
06.03.2019 Tankut Sözeri – Hayatı… Eserleri…
-
27.01.2019 Bursa Geçit'te Bir Sinema
-
05.01.2019 Padişah II. Mahmut Dönemine Farklı Bir Bakış
-
01.01.2019 Anadolu'dan Semerkand'a, Semerkand'dan Anadolu'ya bilime yolculuk
-
30.12.2018 Runik Yazıyı Okuyan Adam: Kazım Mirşan
-
30.12.2018 Meclis-i Mebusan'da bir oturum ve Ahmet Vefik Paşa
-
19.12.2018 Hüsnü Züber – "Yaşarken mezar taşını yaptıran adam!"
-
14.12.2018 Leon Cahun'a göre Avrupa'da Ön-Türk izleri
-
09.12.2018 Osmanlı'nın son Mekke Şerifi Ali Haydar Paşa, Fahrettin Paşa ve Medine Müdafaası
-
09.12.2018 Anna Komnena zamanında Balkanlarda Türkler
-
25.11.2018 Keles-Taşkent Hattı
-
25.11.2018 Malta Sürgünleri
-
25.11.2018 Malta'ya sürülmeden Samsun'a
-
18.11.2018 Sinema işletmecisi Bahri Akkuşoğlu'nun gözünden Bursa'da sinema dünyası
-
18.11.2018 Katip Çelebi'nin izinden giden Bursalı müellif Mehmet Tahir Efendi
-
18.11.2018 Bursa'da Medfun Sadrazamlar ve Vezirler
-
13.10.2018 Kurtuluş Savaşı ve Demirkapı Köyü
-
13.10.2018 Rydakos Çayı'ndan İskele Mahallesi'ne Kocasu'nun yolculuğu
-
13.10.2018 Güllüce Köyü, Mustafakemalpaşa ve Anılar
-
12.10.2018 Yeniçeriler ve yeniçeri isyanlarına farklı bir bakış
-
25.09.2018 Bursa'da nostaljik bir gezinti
-
25.09.2018 Doğu Anadolu'da Kurulan Şuralar
-
25.09.2018 Emperyalizmin Tarih Anlayışı
-
26.08.2018 Batı Anadolu Halkı, İonlar
-
21.08.2018 Bursa'da son ipek filatürcü
-
21.08.2018 İngilizlerle ayrı bir barış antlaşması yapmak istiyordu, ölü bulundu
-
21.08.2018 Güvem Köyü'nden bir mucit
-
20.08.2018 Meyhane Kültürü – Bursa'da Meyhaneler
-
13.08.2018 Semerkant Rasathaneleri ve Medreseleri
-
24.07.2018 Kor Paşa, Çadır Yıkan Paşa, Bursa'yı Ayağa Kaldıran Paşa
-
24.07.2018 Yıldırım'ın ve Timur'un şairi Ahmedi
-
24.07.2018 TOY – Özbek Düğünü
-
15.07.2018 Bursa'nın Bayram Yeri: Pınarbaşı
-
15.07.2018 Enver Paşa'nın gerçekleşmeyen hayali: Resne'ye dönüş
-
15.07.2018 Tarih Yazımının Değişimi: 19. Yüzyıl
-
08.07.2018 Hemşinlilerin Kökeni… Doğu Ülkeleri Tarihinin Altın Çağı
-
08.07.2018 Kafkas arkeolojisi üzerine
-
08.07.2018 Mevlit Yazarı Süleyman Çelebi'nin Türbesi Nasıl Yapıldı
-
08.07.2018 Türkiye'de Panayır Kültürü
-
08.07.2018 Bursa'da Gizli Nikah ve Sinemacı Bahri Eşiyok'un Gözünden Bursa Sinemaları
-
24.06.2018 Çerkeslerde Düğün-Yemek-Giysi Kültürü
-
24.06.2018 Binek taşları ve Bursa'daki son binek taşı
-
24.06.2018 Cumhuriyet ekonomisi başlarken
-
22.06.2018 Yeni komedi türü: Tarih kitaplarındaki çeviri hataları
-
19.06.2018 İpek Yolu Devletleri ve İpek Savaşları
-
17.06.2018 Kafkasya'dan İspanya'ya, Anadolu'dan Orta Doğu'ya dolmenler
-
17.06.2018 Evliya Çelebi'den günümüze Bursa'nın kıraathaneleri ve kahve kültürü
-
16.06.2018 Bursa Kız Lisesi Korosu
-
16.06.2018 Bursa Kız Lisesi Bandosu
-
16.06.2018 Kapalıçarşı yangınından sonra Yorgancılar Çarşısı nasıl açıldı
-
16.06.2018 2. Dünya Savaşı'ndan hüzünlü bir öykü: Kravat
-
16.06.2018 Osmanlı'nın kuruluş yıllarında Bursa'da sağlık
-
08.06.2018 İnegöl'de çekilen filmler
-
05.06.2018 Bizans ve Bursa İpekçiliği
-
05.06.2018 1.Dünya Savaşı'nda Batı Trakya
-
31.05.2018 İnegöl'de nostaljik bir gezinti ve Kent Müzesi
-
31.05.2018 Gemlik'in sinema geçmişine dair anekdotlar
-
23.05.2018 Misi Etnografya Evi
-
23.05.2018 Mevlit Yazarı Süleyman Çelebi ve Kazım Baykal
-
16.05.2018 Bursalı Osmanlı tarihçisi Neşri
-
16.05.2018 Türkiye ve Dünyada Çerkes Diasporası
-
16.05.2018 Bursalı Tahir Bey ve Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey'in gözünden Karagöz ve Hacivat
-
08.05.2018 Kafkasya'dan Anadolu'ya: Zekeriya Efendi
-
08.05.2018 Bursa'dan Tamgalısay'a yolculuk notları
-
15.04.2018 Teşkilat-ı Mahsusa ve Türkistan
-
14.04.2018 Bulgar-Yunan çetelerine karşı… Son Osmanlı akıncıları
-
14.04.2018 Mary A. Walker'ın Bursa anıları ve Karadeniz boyundaki son Oğuz devleti
-
14.04.2018 Bursa'dan Kırım tahtına: İslam Giray Han
-
14.04.2018 Çerkes ve Gürcü köle ticaretinin yasaklanışı (1845-1855)
-
07.04.2018 Anadolu'da ‘Erken' Hurri Kültürü
-
07.04.2018 Ermeni tehciri üzerine
-
06.04.2018 Kuşçubaşı Hacı Selim Sami Bey (1877-1927)
-
05.04.2018 Onlar yaşarken efsaneydiler
-
04.04.2018 Adıgelerde Nart Efsaneleri
-
04.04.2018 Semerkant'tan Anadolu'ya
-
04.04.2018 Nexhaylar'ın kızı
-
04.04.2018 Kıpçak Ermeniler
-
03.04.2018 Vubıhlar / Ubıhlar
-
03.04.2018 Muy Mübarek
-
02.04.2018 18.Yüzyıl sonu Osmanlı-Kafkas ilişkileri ve Ferah Ali Paşa
-
02.04.2018 Yitirdiğimiz Osmanlı Kenti: Bursa
-
02.04.2018 Kurtuluş Savaşı'nda Batı Trakya'da Kuva-yı Milliye
-
30.03.2018 Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti (1917-1920)
-
30.03.2018 Kırım Hanları ve Çerkesler
-
30.03.2018 II. Beyazit döneminde Kafkasya
-
27.03.2018 Üçüncü Batı Trakya İdaresi
-
27.03.2018 Yeşim Taşı
-
27.03.2018 Boğanın boynuzları – Sümerler – "Tarih Türklerle Başlar"
-
26.03.2018 Bursa'da özel radyoculuğun öncülerinden Mehmet Önür-Cemal Elmas
-
26.03.2018 İkinci Batı Trakya Devleti
-
25.03.2018 Ürdün'den Bursa'ya Kafkas tarihçisi Mahmut Bi
-
25.03.2018 İstiklal mahkemelerinde "İzmir Suikasti" davası
-
25.03.2018 Harf Devrimi ve Millet Mektepleri
-
24.03.2018 Anadolu'ya yerleştirilen Kumanlar (Manavlar)
-
25.03.2017 Hükümet-i Muvakkate / Rodop Geçici İdaresi
-
16.03.2017 Harp tarihçilerimiz ve Bursalı Mehmet Nihat Bey (1886-1928)
-
22.05.2016 Denize atılan çiçekler: Kafkas sürgününe anma
-
03.04.2016 Özbekistan… Tarihini koruyamayan kent: Hokant…
-
26.03.2016 Ermeni Tehciri
-
25.03.2015 Eski Zağra Müftüsü'nün gözünden 93 Harbi